27 Haziran 2009 Cumartesi

gençlikten bir parça, puf!



kim bilir kaç kişinin hayatının bir dönemini etkileyen bir adam, büyümeyen çocuk, neverland'inin peter'i, king of pop veda etti bir gece önce. vitiligo hastalığını estetiğe bağlayanlar, aklandığı halde (çok saçma bulurum aklanmayı aklıma başka kelime gelmedi) çocuk tacizcisi diyenler arasında hayata gözlerini yumdu. en ücra köşelerde, dilini hiç bilmediğiniz insanların arasında bile micheal jackson diyince aralarından birinin fırlayıp moonwalk yapacağını bildiğiniz bir birleştirici, popu güzel kılan hayata gözlerini yumdu.

billie jean duyunca dans etmek istemeyen bünyeye ne denir efendim, sorarım size.

billie jean kesmez diyorsanız, thriller ile korkun emi, sen rahat uyu mj (23 olan değil ama o da rahat uyuyabilir, hem de mecazi anlama kaymadan).





(parça parça olan versiyonu paylaşılabiliniyormuş sadece)

22 Haziran 2009 Pazartesi

kontrollü deney - sınava hiç çalışmadım

bir sabah sınava gidiyordum, kafamda binbir türlü şey dolaşırken ön plana çıkan duygu; 'hiç çalışmadın be birader, az biraz çalışsaydın bare bre densiz' idi demek isterdim ama hayır böyle değildi. 'seneye alttan alsam acaba sınavı ne zamandır, önemli gün ve haftalara denk gelir mi' diye düşünmüştüm.

evet efendim, ben böyle düşünceler içinde sınav anfisine doğru yol alırken, yalnız olmadığımı yolda görüp yanına sokulduğum arkadaşımdan anladım zannettim. bana 'olum ben de hiç çalışmadım biliyor musun, zaten hede hoca çok zor soruyormuş o not iptal, ama bir şekilde geçiriyorlarmış' diyerek güven verdi. kendisine yalnız olmadığını benim de çok az çalıştığımı ve seneye beraber sınavlarına gireceğimizi söyleyerek arada espiriler yaparak, güle oynaya sınav alanına gitmeye devam ettik.

yolda bir arkadaşıma daha rastladım. kendisi gelip 'olum ya ne fena hiç çalışmadım, ne kötü, olum yardım edin lan, arkanıza geçeyim' dedi. ben de bu perişan haline bakarak dertlenmiş gariban düşüncesi ile 'iyi madem arkama otur ama ben de hiç çalışmadım' dedim.

3 kişi ilerlerken bir arkadaşımızı daha gördük demek isterdim ama böyle olmadı ne yazıkki. anfideki bütün insanları toplayıp sınava değilde eyleme gider gibi bir hava yakalamak istemedik. neticede çalışmamıştık, haksızdık, isyan etmenin anlamı yoktu, bum! zaten epi topu 2 arkadaşım vardı.

anfinin oraya vardığımızda insanlar harıl harıl çalışıyordu, baktım bu iki arkadaşım hemen çalışkanların yanına çil yavrusu gibi dağıldılar. ben ortada yapayanlız kalmış bir çirkin ördek yavrusu gibiydim, hemen çalışan güruhun arasına karıştım, tekme ve tokatla kovdular beni. 'sınav öncesi fiziksel şiddete maruz kalmışsın, yazık' diyen seslerinizi duyar gibiyim ama böyle olmadı. bilgilerini üstüme adeta ying xiong adlı filmde (diğer adıyla hero) yüz binlerce oku aynı anda tek bir adama atan yüzbinlerce okçunun oklarının jet li'ye ulaşışı gibi farklı noktalardan gelen bilgileriyle göğümü karartıp beni bu beyin fırtınası ortamından bertaraf ettiler, evet.



ben aralarda yine çalışkan bildiğim insanların yanına gidiyor ve onlarla sohbet ediyordum. kendilerine güvendiğimi ve kağıtlarını açarlarsa çok fazla sevaba gireceklerini tekrar hatırlattım.

ne olursa olsun bir çok kişiden aynı ses yükseliyordu. 'hiç çalışmadım, ayy hiç çalışamadım, ne bok yicez abi, olum geçen sene kimseyi bırakmamışlar, olum geçen sene girenlerin yarısı kalmış' gibi farklı seslerin ortak noktası, 'sınava hiç çalışmadım'dı.

içim acayip ferahlamış, beyin fırtınasının etkisinden çıkmış bir şekilde sınava girdim. sınavda etrafına bakmaya çalışan öğrenciler, profesör tarafından uyarıldı, kimilerinin yerleri değiştirildi.

sınav bittiğinde kimileri yüzleri asık, kimileri aman işte geçti gitti, kimileri ise '3 ü ne yaptın, he, a mı yuppiii' diyerek anfiyi terk etti.

neyse efendim sınav sonuçları açıklandığında arkadaşım aradı. 'kalmışsın olum' dedi. kısa süreli bir üzüntü üstüne bir sittiret çekerek diğerlerinin sonuçlarını sordum. ortalamanın 60 dan yukarıda olduğunu ve az biraz kişi dışında herkesin geçtiğini söylediğinde asıl şoku yaşamıştım. burada neler oluyordu. ne dönüyordu, çözün bu ergenekonu diye bağırdım, arkadaşım deli misin dedi telefonu suratıma kapattı, üzüldüm, ağladım.

bu gerçekle karşılaşmayı kaldıramayan bünyem yataklara düştü. yoğun tylol hot tedavisi sonrası, üstüme kalın şeyler giyerek ter attım ve iyileştim.

bunu araştırmaya karar verdim. tüm insanların ortak bir taktiği miydi bu 'sınava hiç çalışmadım'.

bir sonraki sınava giderken çalışarak gittim ve gözlemledim. beyin fırtınasından uzak durdum tabi ki. diğer insanlara gidip 'hiç çalışmadım ya ne yapacağız' dedim. bir önceki sınavda 'hiç çalışmadım, kopya çeksek ya' diyip etrafındaki herkesten yüksek alan öğrenciye çevirmiştim gözümü. kendisi yine 'hiç çalışamadım, ne yapacağız' dedi. şalterlerim atmıştı, artık iyice ayılmıştım, afyonumu patlatmış hayata daha iyi bakıyor, yere daha sağlam basıyordum.

bu sınavında sonuçları açıklandığında gördüm ki 'sınava hiç çalışmadım' klişesini en çok söyleyen 25 kişi arasında 3 ü gerçekten hiç çalışmamış ve en düşük üç notu paylaşmıştı.
daha az 'sınava hiç çalışmadım' klişesi kullanan 40 kişiden 10 naif arkadaş sınavda kalmıştı, gerçekçilerdi, bravo.
bir sefer 'sınava hiç çalışmadım' klişesini kullanan 17 kişinin ise tamamı geçmişti.
beyin fırtınası takımı ise en yüksek notları paylaşıyordu.
geri kalan kişileri teknik ekipman yetersizliği nedeniyle inceleyememiştim.

evet, sonunda gizemi çözmüştüm. indiana jones gibi yüz yıllardır saklı kalan bir hazineyi gün ışığına çıkarmış ve övgülerimi bekliyordum. bu bilgiyi paylaşmak için kız arkadaşımın yanına koştum, hava salvolar atarak. kendisinden 'bu inanılmaz bir bilgi çok harikasın, şarap içip kutlamalıyız bunu, bu kadar zeki olduğun için guinness rekorlar kitabına başvurmalıyız' demesini bekliyordum. hayır efendim böyle şeyler ancak filmlerde oluyormuş. oysa şimdi sanallık yoktu ve woody allen vicky, christina, barselona filminin çekimleri için bütün kameraları kiralamıştı. kendisi bana 'bunu herkes söyler ki, özellikle çok çalışanlar söyler hatta' dedi. dünyam kararmıştı, artık önümü göremiyordum, dünya adeta dönüyordu ve ben bunu hissediyordum. bir anda o kudretli sesi duydum; 'canımmm, hayırrrr' dedi. bense az önce söylediklerinin şaka olduğunu, aslında tespitimin ne kadar mükemmel olduğunu söyleyecek diye gözlerimi açtım, açmaz olaydım, meğersem dünyanın dönmesini hissetmemin sebebi bir arabanın bana çarpmasıymış, hastanede uyandım. uyanmadan önce o kudretli sesi duydum 'çalışmaların çok azimli, bence devam etmelisin kontrollü deneylerine' dedi o ses bana. işte ihtiyacım olan buydu, gözlerimi açmam da bu ana tekabül eder zaten, cüneyt arkın'a aşık olan kör kızların arkın'ın değdiği elleriyle açılan gözleri gibi açılmıştı gözlerim bu cümle ile.

velhasıl kelam üzülmüş, gerek bilgiler ile gerek fiziksel şiddete uğramış ve alttan ders alır şekilde kalan ben önemli bir tespitte bulunmuş bunu istatistiki gerçeklere vurmuştum. standart sapmayı aramayı boşverdim. herkesin bildiği bir şeyde standart sapma yanlış sonuçlar verebilirdi.

son cümle. siz, siz olun 'sınava hiç çalışmadım' klişesini kullanırken ben ve benim gibilerin gözlerinin içine bakarak umutsuzluğu umuda nasıl çevirdiğinizi görün ve bir daha bu klişeyi kullanmayın ya da çalışmayın kardeşim, çok sinirlendim.

bütün genellemeler yanlıştır.

(sabah sınavım var ve 'sınava hiç çalışmadım' klişesi seni seçtim. bakalım sabah kaç kişi daha seçecek, nokta)

bomber man

ne lanet bir oyunmuş bu bomber man. büyüdükçe zorlaştığından mıdır; atarimde saniyeler içinde bitirdiğim bölümleri saatlerce oynayıp geçemiyorum. 'ehuhe senin kazmalığından olum o' derseniz size kırılırım, kazma da olsam küçükken bitirirdim bu oyunu.

oyunu hatırlatmak babında küçük bir screenshot.



bu ekran görüntüsünde de görüleceği üzere, bombaları yerleştirip bekliyorsunuz, onlar zamanı geldiğinde patlıyorlar. bu zamanı gelme olayı nedense 'hain düşman al sana bomba' diyen zeki müren repliğini yansıtmıyor. al sana bomba diyerek bıraktığınız bombadan balon (bildiğimiz balon, sağa sola bakan gözü var, beyni olduğundan şüpheliyim) kaçıyor. bu sefer yakaladım dediğinizde dalga geçer gibi diğer tarafa dönüyor. yüz yıllardır aynı slalomu yapan balon, bu sefer nedense yolunu değiştirip, mavi ve kırmızı kapıyı es geçiyor.

bu en basit olan düşmanımız. ilerleyen bölümlerde bir de hızlı mavi, fıçı kafa, dönen ve çok hızlı hareket eden yazısı turası olmayan para, duvarlardan geçen jole kıvamındaki düşman, duvarlardan geçen tek sefer bomba ile afallayan afalladığı anda vurmazsanız ölmeyen gelip sizi patlatan yazısı turası olmayan para. evet, bütün bunlarla baş ederken her bölümde bonus olarak, ekstra bomba, bombaya ekstra güç, zamanlı bomba vs. gibi işinizi kolaylaştıran faktörler veriyor. her bölümde patlattığınız 500 duvardan sadece bir tanesinde bonusu bulduğumdaki sevincim görülmeye değerdi. yengeç dansı üstüne, timsah yürüyüşü yapıp, yerdeki nihat pozu verdim. bu sırada zamanım bitmiş etraftan bir sürü dönen ve çok hızlı hareket eden yazısı turası olmayan para çıkıp benim canıma okumuş orası ayrı.

neyse efendim, konudan sapmayalım. beni bu gece sinirlendiren konuya dönelim. bizim bu kırmızı balonlar bombaya yakalandıklarında, yaradanına kavuşan ruh misali oluyorlar. böyle bir sevinç, böyle bir şaşkınlık. 'ağzını kapa sinek kaçacak' tarzı ilkokul espirileriyle yaklaştığım halde hiç bir tepki vermiyor ve ortadan kayboluyorlar.



ilk ekran görüntüsündeki oyunda, bütün duvarları tek tek patlattım ve son saniyelerde, son patlattığım duvarda kapıyı bulabildim (asıl sinirlendiğim bu aslında, resmen korkuyorum oynarken ya bulamazsam diyerek).

oyunun bana bir cilvesi, nazar çıktı diye değerlendirip geçiverdim. fakat tek başıma durduğum şu odada, kimin gözü kalmışsa bomber man oynayışımda, ikinci bölümde karşımıza çıkan hızlı maviler üstüme üstüme gelip tek bomba hakkı olan beni, efil efil esen rüzgarlara mahkum bırakıyorlar. patlayan kırmızı balonlar gibi diğer düşmanlar da aynı şaşkınlık ifadesiyle ölüyorlar. her seferinde 'ne bekliyordun koçum, hadi öbür dünyaya, ov yeah man' diyerek cenazelerini kaldırdım.

sinirden dişlerimi birbirine sürtmekten dişlerim küçülmüş az önce aynada gördüm, kenara çöküp ağladım, kimse bakmadı, baksaydı emo derdi, 'bomber man çok acımasız' der ağlamaya devam ederdim, evet.

sınav dönemi gereksiz aktivitelerden biriyle uğraşıp güzel vakit geçirmeyi planlayan beni, bir sinir küpü haline getiren bu psikosomatik oyunu kınıyorum. zamanında super mario'ya talim etmeyip başka oyunlar aramaya hevesli 'ben'e gidip uyarmak istiyorum; '1000 oyun bir arada kasetindeki 986 ıncı muslukçu'yu açıp 8-4 e getirip oyunu bitirmek, prensesi götürmek kolay, aç baştan oyna, boşver bomber man' i diyerek. en azından tsubasa kasedini alana kadar idare ederdi.

evet efendim, insan büyüdüğünde bilgisayarın 'bu büyüdü artık zor yapayım bu oyunu, nasıl zorlaştırsam, heh kırmızı sen sağa, diğeri sola, şimdi cinsel münasebette bulundum seninle, hihoha' tarzı ego tatminini sağladığı bu tip oyunlardan sakınmalı, mümküm mertebe küçüklüğünde 37 ekran, ekranı yukarı kaydığı için kaç canı, kaç puanı olduğunu göremediği televizyona bağlanmış atarisinde oynarkenki halini güle oynaya insanlara anlatmalı. hiç olmadı bomber man'den uzak durmalı, evet (8 inci bölüme geldiğimde, zamanlı bomba, çok bomba bırakma özelliği gibi her bomber man'a yar olmayacak özelliklerimle, 'eeeh sıkıldım' diyerek ctrl+w yapıp kapattım oyunu, rahat ettim ama dişlerimi hala sürtüyorum, öyle bir sinir hakim).

isteyen oynasın, diş gıcırdatsın diye linki de vereyim dedim, ama sonradan uyarmadı demeyin; http://www.nintendo8.com/game/1/bomberman/. (oynadıktan sonra iletişime geçelim, dişçi tanıdığım var, yabancıya gitmesin)

tsubasa var mı lan?