15 Haziran 2009 Pazartesi

un kurabiyesi nin hikayesi "tekerleğin icadı"

un kurabiyesi serisinin ilk basamaklarından biri de tekerleğin icadıdır.

nörotransmitterler aracılığı ile bildirdiği kadarıyla aktaracağım bu hikayeyi, aralarda inhibisyon ve ara nöronal aktiviteler yüzünden kopukluklar olabilir, suç tamamen nörotransmitterlerdedir.

'bigbang den tekerleğin icadına geçtin birader aralarda ne olmuş hiç bahsetmedin' diyen artçı sesleri duyar gibi olduğumdan açıklayayım. o aradaki ilginç yolculuğu, evrilmenin başlama sürecini daha kapsamlı bir hikayede daha öncül bir aktör ile aktaracağım.

neyse efendim. un kurabiyesi öncelikli olarak dünyaya düşmek için atmosfere girmiş, pek tabi ki kavrulmuş demek isterdim, mantığım başka bir yol göstermiyor bana ama hayır böyle olmamış. un kurabiyesi hikmetinden ötürü kavrulmamış olduğu gibi düşmüş dünyaya. bu sıralarda insanlar mağaralarda gezinir, avcılık ve toplamacılık ile yaşamlarını sürdürür durumdalar.
gecelerden birinde kız arkadaşını koluna takmış, ışık kirliliğinden haberdar olmayan gökyüzüne bakar durumdaki gencimiz, bir yıldızın kaydığını görmüş. hemen dilek dilemiş (batıl 10000 yıl önce de batıl). dileği ise 'şu başlık avını bir avlayayım, ne olursun alacam bu kızı' imiş. kız ise 'kır düğünü istiyorum, umarım bir mağara tutmaz' diye dilek dilemiş. efendim 'miş' dediğime bakmayın ben de aracı aktarım kurumuyum burada, şüphesiz ki un kurabiyesi yalan söylemez. normalde kayan yıldızların hemen yok olmasını bekleriz fakat bu yıldızımsı obje bir türlü kaybolmamış aksine gittikçe büyüyor ve yaklaşıyormuş. eleman kız arkadaşının üstüne atlamış, içinden geçirdiği duyguları yaz(a)mıyorum, o zaman blog a girerken uyarı ile karşılaşabilinir. niyeti burada kötü aktarmışım gibi oldu ama oğlanımız saf da olabilir, un kurabiyesi erotik hikayelerin çekiciliğinden dolayı bu işe girişmiş olabilir. ortalama beklentisi kızı korumak sonuçta. bu yıldızımsı obje yaklaşmış ve düşmüş. düştüğü yerde krater oluşturmuş olmalıydı mantıken ama hayır öyle olmamış. hafif içerikli anlayacağınız (gece vakti yapacağım espiriye sıçayım).

erkek olan bu düşen objeye ilgiyle yaklaşmış, bir o kadar da korkuyormuş, geçenlerde birinci kuşaktan amcagilin oğlu holölo tanımlanamayan uçan cisimlerden birine yaklaşınca ölmüş. çat diye bir ses gelince bizim eleman mağaraya koşmuş, sabah yaklaşır, ahali ile bakarız diye düşünmüş.

sabah olunca ahali yaklaşmış bu tanımlanamayan uçan cisme. beyaz, unlu, büyükçe bir şey. ahalinin en bıçkını en önden gidiyormuş, buna kıl olan diğer zıpır delikanlılar arkasından ittirmişler, bıçkın un kurabiyesi nin üstüne düşmüş, ağzı burnu un kurabiyesi olmuş. yalanırken tadının harika olduğunu farketmiş, ahaliye bunu anlatamamış, çünkü gerçek un kurabiyesi yedikten sonra insanoğlu konuşamaz (damağının her bir yanına yapışır ve bütün hazzını yaşatır, böyle de iyi niyetlidir kurabiye). derdini anlatamamış ama el kol bir şekilde anlaşmışlar. zaten makul olarak henüz konuşma dili de tam oturmadığından bu kısım çok da zorlayıcı olmamış, fakat sümerler zamanına gelince etkileri bambaşka bir şekilde görülecekmiş (daha ileride un kurabiyesi nin hikayesi "yazının bulunuşu"). daha sonra bunu anlayan ahalinin en yaşlısı biraz ısırmaya çalışmış ve bundan etkilenmiş hemen köye götürmeyi önermiş. fakat tanımlanamayan uçan nesne oldukça ağır ve büyük olduğundan nasıl yapacaklarını bilememişler. 'haydi beyler bir el atın' nidaları yükselmiş ama el atacak kimseler henüz belediye sokağa isim vermediğinden oradan geçmiyorlarmış. nasıl yapalım ne edelim şunu köye götürelim diye düşünürlerken, içlerinden dün gece kız arkadaşına kolunu atmış olan hem ahalinin köye gidince 'iyi de birader sen orada ne arıyordun gece vakti' demesinden kurtulmak amaçlı parlak bir fikir ile atlamış ortaya. kaldırın demiş tek bir yanından havaya. 'haydi beyler, 1,2,3 hoooop' sesleri arasında kalkmış tek bir yanı destek olarak havaya. bizim erkek devirerek götürelim diyecekken, hafif eğimli olduğundan kurabiye yuvarlanmaya başlamış, bunu gören ahali durur mu kimi öne kimi arkaya yerleşmiş ortalama bir hızda götürmüşler köye, çocuğa da zeki adını vermişler.

bu kadar ağır bir cismi böylesine rahat getirebildiğine şaşıran ahali hemen buna benzer yuvarlak cisimler oymaya başlamışlar.


(erdil yaşaroğlu da oldukça yaklaşmıştır olayı çözmeye)

aslında çift taraflı eklentiler, araya sopa germeler, öne at koşmalar, arkaya fayton koymalar, kibariye parçaları eşliğinde, atın bok kokusunda sürdürülen romantik gece yolculuklarının asıl kaynağı olan bu tekerlek cisminin dayandığı temel bu un kurabiyesinin köye getirilişinde saklıymış. (daha da uzayabilirdi yazı sıkıcı olmaya başlayacağını düşündüm, un kurabiyesi anlattığında bir sürü gereksiz ayrıntıda kendini öven cümlelere yer vermiş, gerekli gereksiz bilgiler eşliğinde hikayeyi sonsuz uzunluğa çekmeye çalışmıştı da, uyumuşum hatırlamıyorum).

neyse efendim, bu tekerlek cisminin şu an toplumumuzda yol açtığı değişikliğe, tek dişi kalmış medeniyeti bile sırtında taşıyarak onu yaşatmasına bakarak tekerleğe 'büyük icat' diyenlerin ufuklarını açmak, aslında icat değil bir keşif olduğunu, kaşifinin ise aklı bir karış havada 'zeki' nin olduğunu anlatmak istedim (ben istemedim, un kurabiyesinin kontrolü altındayım).

un kurabiyesi bu etkisiyle bile insanlığın değer vermesi gereken çok önemli bir nesne iken şimdi yabancı güçlerin elim saldırısı sonucu her köşe başındaki pastanede aslından uzaklaşmış bir şekilde 1 lira, evet sadece 1 liraya satılmakta. un kurabiyesinin gerçek değerinin anlaşıldığı günlerde görüşmek üzere.

çağımız un kurabiyesi çağıdır.

(zeki kızı aldı hem de başlık avı vermeden) (işin aşksal boyutunda da un kurabiyesi üstündür)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder