18 Haziran 2009 Perşembe

un kurabiyesi nin hikayesi "yazının bulunuşu"

un kurabiyesinin medeniyeti yarattığını ama yabancı güçlerin onu yıprattığını söylemiştim. gizlerini sadece kendilerinde saklamak istiyorlar bu yabancı güçler. çok adice geliyor kulağınıza hatta kimileriniz 'fak of, oh may god' demeye başladınız, kimileri ise 'hep bu sahiplenememek ve sorumsuzluktan, belediye çalışıyor ama hakkını yemeyelim' dedi, hissettim bunu (mazur görün beni, aracı kurumum ben, evrenin özü olan un kurabiyesi herşeyi hissediyor da nörotransmitterler aracılığıyla yazmaya zorluyor beni, yoksa ben düşüncelerinizi okumak istemem).

neyse efendim. 'tekerleğin icadı - yazının bulunuşu, arada hiç bir şey olmadı mı bu mudur un kurabiyesi hahaha, evrenin özü olmuşsun ama tarih öğrenememişsin' diyebilirsiniz. hayır, işin aslı kesinlikle böyle değil. kavimler göçü ile uzay çağına girdiğimizi ben de biliyorum (at üstünde koştururken ışık hızına yaklaşmıştık, dünyada geçen sürenin farkına varamamışız).

konumuz iyice sapıttı, yanlış yerlere gitti. toparlamak gerekirse, aralarda olan olayları anlatacağım elbette ama öncelikle yazının icadı ile şu an yazılarımızla doldurabildiğimiz onlarca internet sitesini, gazeteyi, dergiyi, blog ları, sözlükleri aslında un kurabiyesine müteşekkir olarak doldurmamız gerektiğini, bir vefa borcu bildim, konuya giriverdim.

un kurabiyesininin tekerlek keşfine yaptığı katkıya ufak bir değinerek başlayalım. un kurabiyesi toplumları barışa ve huzura sevketmişti o dönem. insanlar mutlu mesut yaşıyorlardı. fakat üretim tekelinin yavaş yavaş mezopotamyaya göçen sümerlerin eline geçtiğini gören topluluklar arada savaşmakta, savaşa harcayacakları enerjiyi un kurabiyesi üretmek için gerekli olan mahsülün ekimi biçimi için harcasalar daha çok karda olacaklarını unutmuş, mutlu mesut un kurabiyesi yiyen sümerler e her biri kendi tanrısının ismini ikileyerek saldırmaktaydı. tanrısı olmayanlar ise köyde yolunuz gözleyen sevgilisini anıyor, bu arada toplar patlıyor, düşman akın akın saldırıyor, çöken sis ile birlikte ilahi bir güç.. pardon bu çanakkale savaşındaydı.

sümer devleti o yıllarda mezopotamyaya sonradan yerleşmiş olmasına rağmen yerli halk sayılabilecek kadar mezopotamyada zaman geçirmiş, yerli halkın inançlarına ve kültürüne saygı göstermiş, tek niyetlerinin daha fazla un kurabiyesi yemek olduğunu da belirtmeden geçmemişti. sümerler de az kerata değildi. bütün iyi un kurabiyesi yapıcılara ülkelerini açmışlar, böylece diğer devletlerin kolpa un kurabiyesi yemesine, dolayısıyla da agresifleşmesine yol açmışlardı. gelin görün ki diğer devletlerin tacizlerinden daha önemli bir sorun vardı.

en büyük soruna tekrar derinlemesine baktığımızda aslolanın gerçeğin un kurabiyesi yiyen kişilerin konuşamamasında olduğunu görürüz. un kurabiyesinin damağın her yanına yapışarak hazzını daha uzun süre hissettiren iyi niyetli bir kurabiye olduğu hatırlatmasını da tam bu noktada yapmalıyız.

kimi zaman parolayı soran gece nöbetçilerinin parolayı soramamasından ötürü yenen baskınlar ülkeyi bir kaosa sürüklemek üzereydi. 'nöbetçiler, nöbetçiler' diye bağıramayan prensesler tecavüz kurbanı oluyorlar, kimileri recm ediliyor, kimileri sabahları 'namusun namusumdur, yalnız kurt' gibi saçma sloganların altında ölü bulunuyordu (he diyeceksiniz ki hani yazı bulunmamıştı, ben de hemen cevabı yapıştıracağım. bir oyuncak kurtun altına asılan bir baş örtüsü ile belirtiliyordu bu). ülke un kurabiyesinin haksız dağılımının getirdiği sınıf çatısması ile çalkalanıyordu. dünyanın bütün un kurabiyesi yiyenleri birleşin sloganı bu zamanda ortaya çıkmıştır ki aynı dönemde kraliçe ksanodrop'un televole muhabirine yaptığı 'hehehoy, günlerde un kurabiyesi bulamıyorlarsa oturup birbirlerini yesinler, ne espiritüelim' çıkışı altın günü yapan kadınlarının da bu kaosa eklenmesine sebep oluyordu (bu gereksiz espiritüellik katılmış, günümüze uyarlanmış tarihsel olayları un kurabiyesi zorla yazdırmaktadır).



ülkenin bu şartlar altında daha fazla yaşayamacağı malumdu. bu kaos ortamında bile insanlar birbirleriyle konuşamıyor bu yüzden kimin hangi sınıftan olduğu anlaşılamıyordu. işte bu anda biri son yüz metreye girerken arkalardan yaptığı atakla öne geçti. toplumsal yapıda geride kalmış, aynı zamanda utangaç bir aşık olan zeki idi bu (tekerleği bulan zeki'nin onuncu kuşaktan torunu). ne zaman cesaretini toplayıp çeşme başına gidip huriye'yi görse un kurabiyesi yemekten dolayı onunla konuşamaz, kendi kendine kahır eder, arabesk dinler, depresyona girerdi. artık canına tak ettiği gecelerden birinde taş bir tabletin üstüne 'huriye (kalp) zeki' yazdığında aslında nasıl bir şey yaptığının farkında değildi.



bir sonraki gün huriye'ye bunu gösterdiğinde, huriye ona 'inanılmazsın, şu an ilk çağı kapatıp, orta çağı açtın biliyor musun, evlen benimle' dedi. bunu gören topluluk boş tabletlerin üstüne, aşklarını, hikayelerini yazdı. sınıfsal farkın oluşmasına yol açan 'bizde söz kanundur, yanlış olmaz bizde' düşüncesi yıkıldı. artık her şey tabletlere yazılıyordu.

evet efendim, işte un kurabiyesi sonunda her şeyi tatlıya bağlayacak, üstüne üstlük insanlığa bir gecede aklı bir karış havada zeki tarafından çağ atlattıracak icadı insanoğluna hediye etmiştir. sadece bu bile bize un kurabiyesinin ne kadar kıymetli olduğunu fakat yozlaştırılmış yapım teknikleri sebebiyle yeterince değerinin anlaşılamadığını anlatabilir.

sınıfsal farkların, un kurabiyesi ile yıkıldığı günlerde görüşmek üzere.

çağımız un kurabiyesi çağıdır.

(zeki'nin onuncu kuşaktan torunu zeki de aldı kızı, un kurabiyesinin esra erol ile izdivaç tadında olduğu anlardan, kıymetini bilelim)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder